Mescid-i Haram Nerededir

Mescid-i Haram, Mekke’de Kâbe’nin de içinde yer aldığı alanı çevreleyen büyük mescittir.

Mescidin ortasında bulunan Kâbe’nin, doğu köşesine işaret taşı olarak farklı renk ve özelliğe sahip olan Hacer-ül esved taşı yerleştirilmiş ve gümüş bir çerçeve ile çevrilmiştir. Bu taş İbrahim Peygamber’den günümüze kadar gelmektedir. Bundan dolayı çok değerli olarak kabul edilir.

Yeryüzünde ilk ibadet yeri olan Kâbe etrafında sonradan yapılmış camidir. Hürmet ve saygı gösterilmesi gereken mescit anlamında bu isim verilmiştir. Yeryüzünde inşa edilen ilk mescit ve Müslümanların kıblesidir. Müslümanların ibadet yeri olan camilerin en kıymetlisi Kâbe’dir. Kâbe’den sonra Mescid-i Haram, sonra Medine’de ki Mescid-i Nebi, sonra Kudüs’te ki Mescid-i Aksa ve sonra da Medine şehri yakınında olan Kuba Mescididir.

Mescid-i Haram’ın duvarları yoktu. Kâbe’nin etrafında bir meydancık ve sonra evler vardı. Halife Ömer, evlerin bir kısmını yıktırmış, Kâbe’nin etrafına bir metre yükseklikte duvar çevirterek mescidin meydana gelmesini sağlamıştır. Muhtelif zamanlarda yenilenme çalışmaları yapılmıştır. Bugünkü şekli, Kâbe’nin tamiri ile beraber Osmanlı Padişahı IV. Murat tarafından 1635 yılında yapılmıştır. Son yıllarda genişletmek bahanesi ile o tarihi eserler yıkılıp, Kâbe’ye saygısızlık yapılmakta ve yüksek binalar ile oteller inşa edilmektedir.

Mescid-i Haram, Suudi Arabistan’ın Mekke şehrindedir. Eski yıllarda Mekke şehri, kuzeyden güneye doğru uzanan karşılıklı iki sıradağ arasında olup, şehrin uzunluğu üç kilometre, genişliği ise bir kilometre idi. Üç ve dört katlı kargir evleri vardı. Şehrin ortasında Mescit vardı ve üzeri açıktı.

İslam’ın ilk yıllarında ibadetlerde kıble yeri Mescid-i Aksa idi. Hicretten sonra on altıncı ayda, kıble olarak Mekke’de ki Mescid-i Haram’a dönülmüştür. Kuran’ı Kerim’de bu değişiklik şu şekilde açıklanır.”Her nereye çıkıp gidersen git, yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Bu elbette, Rabbinden gelen bir gerçektir. Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir.” ( el-Bakara, 2/ 149, kış, 2/ 150)

“Biz Beyt’i (Kâbe’yi) insanlara toplanma mahalli ve güvenli bir yer kıldık. Siz de İbrahim’in makamından bir namaz yeri edinin(orada namaz kılın). İbrahim ve İsmail’e; tavaf edenler, ibadete kapananlar, rükû ve secde edenler için Ev’imi temiz tutun diye emretmiştik.(Bakara süresi, 125. ayet)

Mescid-i Nebevi Nedir

Mescid-i Nebevi veya Peygamber Mescidi, Hicret’ten sonra Medine’de İslam peygamberi Hz. Muhammed ile arkadaşları tarafından inşa edilmiş, Hz. Muhammed’in kabrininde içerisinde bulunduğu mescittir. Nebevi, Arapça’da “peygambere ait” anlamına gelir. Mekke’de bulunan Mescid-i Haram’dan sonra, Müslümanlar için ikinci en kutsal mescittir.

Mescid-i Nebevi ya da Mescid-i Nebi’nin ilk yapımında basit bir yapısı vardı. Hurma kütüklerinden sütunları, hurma dallarından çatısı, taşlardan duvarları vardı. Hemen bitişiğindeki ev kısmı da kerpiçtendi. Minberi ve mihrabı yoktu. Hz. Muhammed Cuma konuşmalarını minber olmadığından dolayı bir ağaç kütüğünün üzerinde yapardı.

Hz. Muhammed 622 yılında Medine’ye vardığında Müslümanlar onu şehir girişinde karşıladılar. Kendisine çok sayıda davet eden olduğundan ve kimseyi üzmemek için, devesi Kasva’yı serbest bırakmalarını ve onun çöktüğü yere en yakın evde konaklayacağını söyledi. Kavsa, Malik b. Neccaroğullarının evlerinin önünde çökünce, buraya en yakın evin sahibi Ebü Eyyüb el- Ensari’ye konuk oldu. Kasva’nın çöktüğü ve Sehl ile Süheyl adında iki yetim çocuğa ait olan bu boş arazi Hz. Ebu Bekir tarafından satın alındı ve herkesin namaz ibadetini yerine getirebileceği bir mescit inşa edildi. Mescit’in 622 yılında temeli atılmış ve 623 yılında bitirilmiştir.

Mescid-i Nebevi ilk yapıldığında batıda Babürrahme, doğuda Babücibril ve güneyde Babülcenubi olarak üç kapısı vardı. Kıble Kudüs’ten Kâbe’ye çevrilmesinden sonra, güney kapısı kapanarak kuzeye başka bir kapı açılmıştır. Hicretten sonra, Medine’de ki Müslümanların sayısı giderek artmaya başladı ve mescit namaz kılan Müslümanlara yetmemeye başladı. Bundan dolayı Hz. Muhammed mescidi genişletmeye karar verdi. Hayber’in alınmasından sonra mescit yaklaşık olarak iki misli genişletildi.

Hz. Muhammed, Mescid-i Nebevi’de cemaate hitap ederken dayanmak için hurma ağacından büyük bir kütüğü kullanıyordu. Sonraları, cemaatin Hz. Muhammed’in yüzünü görmemesi ve sadece sesini işitmesi üzerine, ılgın ağacından 50 X 125 cm ebadında ve bir metre yükseklikte, arakasında üç sütunu bulunan üç basamaklı ilk minber yapılmıştır. İlk halifeler Hz. Muhammed’e hürmetten dolayı üçüncü basamağı kullanmamışlar ve bu basamağı kapatmışlardır. Halife Osman döneminde minber üzerine bir kubbe yapılarak kumaş ile örtülmüş ve merdivenler abanoz ağacı ile kaplanmıştır.

Mescid-i Nebi Nedir

Mescid-i Nebevi ya da Peygamber Mescidi; Hicret’ten sonra Medine’de İslam peygamberi Hz. Muhammed ve arkadaşları tarafından inşa edilen Hz. Muhammed’in kabrinin de içerisinde bulunduğu mescit.

Mescid-i Nebi, Hz. Muhammed’in mescidi anlamına gelir. Medine şehrinde, hicretten sonra Hz. Muhammed ve sahabelerin birlikte yaptıkları ilk mescittir. ”Mescid-i Nebevi”,”Mescid-i Resul”,”Mescid-i Seadet” ve “Mescid-i Şerif” adları ile de bilinir.

Hz. Muhammed Medine’ye hicret ettiği zaman Ebu Eyyub el-Ensari’nin evinde misafir olmuş ve oraya komşu olan Sehl ve Süheyl adlarındaki yetimlere ait olan arsayı satın alarak burada bir mescit yapılmasını istemiş ve temeline ilk taşı kendi elleri ile koymuştur.

Medine’de yapılan bu ilk mescidin duvarları kerpiçten, sütunları ise hurma ağaçlarındandı. Tavanı ise hurma yaprakları ile örtülmüştü.

Mescid-i Nebi, Hz. Ömer döneminde 638 yılında kargir olarak yapılıp, biraz daha genişletilmiş ve 649 yılında Hz. Osman tarafından mermer sütunlar ile çok güzel bir şekilde tesis olunmuştu. Emevi halifesi Velid b. Abdülmelik zamanında ve Ömer b. Abdülaziz’in Medine valisi olduğu dönemde Mısır’dan getirilen mimar ve sanatkârlar tarafından Salih b. Keysan’ın nezaretinde yeniden inşa edilmiştir. Abbasi halifesi Mehdi ve Me’mun zamanında biraz daha genişletilmiştir. Eyyubi ve Memlük hükümdarları da Mescid-i Nebi’ye büyük ilgi gösterdi. 1517’den sonra Osmanlı hükümdarları da Harem-i Şerif’in imarına çok önem vermişler Sultan Abdülmecit, Mescid-i Nebi’yi ve Ravza-i Mutahhara’yı yenilemiştir.

Mescid-i Nebi ilk yapıldığında batıda Babürrahme, doğuda Babücibril ve güneyde Babülcenubi olarak üç kapısı vardı. Kıble Kudüs’ten Kâbe’ye çevrildikten sonra, güney kapısı kapatılarak kuzeye başka bir kapı açılmıştır. Günümüzde ise, Mescid-i Nebi’nin 41 ana giriş ve çıkış noktası vardır.

Hicret’ten sonra Medine’deki Müslümanların sayısı her geçen gün artmaya başladı ve mescit namaz kılanlara dar gelmeye başladı. Bunun üzerine Hz. Muhammed mescidi genişletme kararı aldı. Mescid-i Nebi’nin başlangıçta kapılarından hiç biri kadınlara tahsis edilmemişti. Ancak camiye giden kadınların sayısı artınca, kapılardan biri kadınlara ayrıldı ve bu kapıdan erkeklerin girmesi yasaklandı. Hayber’in alınmasından sonra mescit yaklaşık olarak 20 metre en, 15 metre boy eklenmesi ile birlikte iki misli genişletildi. Bu şekilde mescit 50X50 m’lik bir kare şeklini almıştır.

Nisap Miktarı Nedir

Nisap, zekât, sadaka-i fıtır ve kurban gibi ibadetler için konulan bir zenginlik ölçüsüdür.

Nisap miktarı, asgari bir zenginlik ölçüsü olarak da tanımlanabilir. Asli ihtiyaçlarından ve borcundan fazla olarak, belli bir mala sahip olan kişiler dini açıdan zengin sayılır. Bu durumda olan kişiler, sadaka ve zekât alamayacağı gibi; sadaka vermek ve kurban kesmek ile yükümlü olur.

Fazla olan bu malın, üzerinden bir yıl geçmesi durumunda zekâtının verilmesi gerekli olur.

Zenginlik için asgari sınır olan nisap miktarını Hz. peygamber (s.a.v) belirlemiştir. Bu asgari sınırlar o dönem için İslam toplumunun ortalama yaşam standardını ve zenginlik ölçüsünü dikkate almıştır. Hadislerde açıklanan nisap miktarları şu şekildedir; 80,18 gr. altın veya bunun karşılığı olan para ya da ticaret malı. 40 koyun veya keçi, 30 sığır, 5 deve.

Nisap miktarının belli olmasında kullanılan bu malların, o dönemin en yaygın zenginlik aracı olduğu belli olmaktadır. Nisabın bu mallar üzerinden açıklanması, sosyal ve ekonomik durumların çok değişmediği ileri yıllarda da aynen uygulanmıştır.

İslam’da diğer bedeni ve maddi yükümlülüklerde olduğu gibi, zekâtta da kişilerin durumu dikkate alınarak, ona makul ve kolay uygulanacak bir sorumluluk yüklemiştir. Bundan dolayı İslam bilginleri, zekât ve sadaka ile yükümlü olmak için, kişinin temel harcamalarından fazla olarak nisap miktarı mala sahip olma şartını getirmiştir. Çünkü temel ihtiyaç miktarı ile refah ve zenginlik olmaz. Temel ihtiyaç seviyesi, kişinin yaşaması için olması gerekli olan miktardır.

Allah Teala Kuran’da “Neyi infak edeceklerini sana soruyorlar, de ki, fazlayı, artanı..” buyurmuştur.(Bakara 2/219). Konu ile ilgili olarak bir hadiste şöyle geçmektedir. “ Hz. Peygamber (s.a.v) ‘e bir adam gelerek bir dinarım var ne yapayım dedi. Hz. peygamber, kendine harca buyurdu. Bir dinarım daha var dedi, ailene harca buyurdu. Bir dinarım daha var dedi, çocuklarına harca buyurdu. Adam bir dinarım daha var deyince, sen daha iyi bilirsin, buyurdu.” (Ebu Davud, Zekat, 45).

Temel ihtiyaç maddeleri, insanların hayatlarını devam ettirmeleri için gerekli olan şeylerdir. Bunlar genel olarak ise, ev, ev eşyası, elbise, mesleğine ait alet ve makineler, binek taşıtları gibi şeylerdir. Kendi ihtiyaçları haricinde bakmakla mükellef olduğu kişiler ve ihtiyaçları da buna dâhildir.

Haşr Nedir

Haşr, Bütün canlıların yeniden diriltilerek mahşerde hesap vermek için toplanmasıdır.

Sözlük anlamı olarak haşr, bir şeyi mekân ve meskenden çıkarmak, toplamak ve bir araya getirip sevk etmek anlamına gelir. Terim olarak ise, Allah’ın ölülere ruhları iade edip onları hesaba çekmek üzere toplaması ve toplanma yerine sevk etmesi demektir. Toplanılan yere de Mahşer denilir.

Kuran-ı Kerim’de “Sizi topraktan yarattık, oraya döndüreceğiz ve sizi tekrar oradan çıkaracağız” (Ta-ha, 20/ 59) buyrularak; ölünce toprağa gömülen, çürüyüp toprak olan insanların tekrar oradan çıkarılacakları haber verilmiş ve bunu imkânsız görenlere karşı deliller getirilmiştir. (Rum, 30/ 19-260).

Her insanın yaptığının karşılığını tam olarak alacağı Cennet ve Cehenneme doğru yol alırken uğrayacakları bir durak vardır. O durak mahşerdir. Mahşerde iyiler daima izzet, ikram ve mükâfat görürken, oradaki sıkıntılardan korunacak, kötüler ise mahşerin her türlü ceza ve sıkıntılarına maruz kalacaktır. Birçok sıkıntı ile dolu olacak olan haşr, Müminler için çok kolay, kâfirlere ise çok çetin olacaktır.

Haşr, toplanmak, bir yerde birikmek. Kıyametten sonra tüm insanların bir yere toplanmaları, Allah’ın ölüleri diriltip mahşere çıkarması.

Kıyamet, Bir tohumun içinden büyük ağaçlar çıkması gibi, her bir insanı bir nevi çekirdekten dirilterek bütün insanların Haşir meydanında toplanmaları. (Bk. Acb-üz Zeneb) Sürenin başında küffar, haşir’i inkâr ettiğinden dolayı Kuran onları haşirin kabulüne mecbur etmek için şu şekilde karşılık verir. “Ay’a, üstünüzdeki Sema’ya bakmıyor musunuz ki: Biz ne keyfiyette, ne kadar muntazam, muhteşem bir surette bina etmişiz. Hem görmüyor musunuz ki zemini size ne keyfiyette sermişiz. Ne kadar hikmetle teftiş etmişiz. O yerde dağları tespit etmişiz, denizin istilasından muhafaza etmişiz. Hem görmüyor musunuz ki: nasıl yıldızlarla, ay ve güneş ile tezyin etmişiz. Hiçbir kusur ve noksanlık bırakmamışız. Hem görmüyor musunuz ki: ne keyfiyette Sema canibinden bereketli bir suyu gönderiyoruz O su ile bağ ve bostanları, hububatı, meyveli hurma gibi ağaçları halk edip rızkı onunla gönderiyorum. O su ile ölmüş memleketi ihya ediyorum. Binlerce dünyevi haşirleri icat ediyorum. Kıyamette arz ölüp, siz sağ olarak çıkacaksınız.” (Bk. Hudus).

Allah Teâlâ ayet-i kerimede mealen buyurdu ki:

Allah’tan korkun ve bilin ki, muhakkak hepiniz haşr olunacaksınız.( Bakara süresi, 203)

Arasat Nedir

 

Arasat, kelime olarak arsanın çoğuludur. Arsalar demektir.

Arasat meydanı, terim olarak mahşer gününde toplanılan yer, yani kıyamet gününde dirilişten hemen sonra varılacak olan haşır ve neşir meydanıdır.

Yevme’l-Arasat da toplanıp muhakeme günü olan haşir günüdür. Bütün insanlar ve cinler Arasat Meydanı da denilen haşir meydanında Allah’ın emri ile toplanacaktır. Akıllı olan, deli olan, kâfir olan ya da Müslüman olan bütün insanlar orada toplanacaklar.

Zalimin zillet içinde, mazlumun da izzet içinde hasredilip neşredileceği, hesap sorulacağı ve gerçek adaletin bir gün geleceği, bir hesap meydanı Allah’ın emri ile ve iradesiyle açılacak.

A’raf, yüksekliklerin zirvesi, tepelerin, surların ve burçların yüksek kısımları demektir. A’raf, Cennet ile Cehennem arasında bulunan yüksek kısımlardır. A’raf süresinde Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: “ İki taraf (Cennet ile Cehennem) arasında bir perde vardır; (burada) A’raf üzerinde her iki tarafı da simalarından tanıyan adamlar vardır. Cennetliklere: Size selam olsun! Derler. Bunlar henüz Cennet’e girmeyen ve fakat orayı uman kimselerdir. Gözleri Cehennemlikler üzerine çevrilince de: Rabbimiz! Bizi zalimlerle beraber bulundurma! Derler. A’raf ehli simalarından tanıdıkları (Cehennemdeki) bir takım adamlara derler ki: ne çokluğunuz ve ne de taslamakta olduğunuz büyüklük size hiçbir fayda sağlamadı. Allah’ın kendilerine hiçbir fayda erdirmeyeceğine dair yemin ettiğiniz kimseler bunlar mı? ( sonra Cennet ehline dönerek): Girin Cennet’e! Artık size ne korku, ne de hüzün yoktur! (derler) A’raf ehli amel bakımından ortada olanlardır.

Mesela, hiçbir peygamberin tebliğini duymadan ölmüş olanlar bu gruba girebileceği gibi, küçük yaşta ölen müşrik ve kâfir çocuklarının da bu grupta oldukları açıklanmaktadır.

Allah’a iman etmeyen, ama inkâr da etmeyen, ibadeti olmadığı gibi, isyan da etmeyenler, sevabı da, günahı da olmayanlar ya da eşit olanların A’raf ehlinden olabilecekleri söylenmektedir.

İyi amel ve kötü amelleri eşit durumda olan müminler de A’raf ehlindendir. Ancak, A’raf tabirini müteşabih kabul etmeli ve hakikatini Yüce Allah’ın ilmine ve takdirine bırakmak daha doğru olanıdır. Çünkü A’raf ehlinin kimler olduğu konusunda net bir ayet ya da hadis mevcut değildir.Sadece A’raf’ın varlığı kesindir ve Cennet ile Cehennem arasında bir mevki olduğu bilinmektedir.

Arasat, öldükten sonra insanların ve diğer canlıların diriltilip toplanacakları meydandır. Buraya mevkıf ve mahşer de denir.

Mina Nedir

Mekke ile Arafat arasında yer almaktadır. Kuzeyinde Sabir dağı bulunur. Akabe cemresi ile Muhassir Vadisi arasında kalan yere Mina denilir. Bu bölge birinci ve ikinci Akabe bey’atlarında Hz. Peygamber (s.a.v) ile Medineliler arasında görüşmelerin yapılmış olduğu yerdir.

Mina’da bulunan Hayf mescidi Selahattin Eyyubi tarafından yapılmıştır. 1467 yılında ise, Memluk sultanı Kayıtbay tarafından yeniden inşa ettirilmiştir.

Hz. İbrahim, kurban etmek için, oğlu Hz. İsmail’i Mina’ya götürür. Sonra Allah tarafından Hz. İbrahim’e bir kurbanlık gönderilir. Bu kurbanlığın koç olduğu çoğunlukla kabul edilir. Kuran’ı Kerim’de bu durum “ fidye olarak ona büyük bir kurbanlık verdik. Diye açıklanır.( es-Saffat, 37/ 107).

Hz. İbrahim kendine engel olmaya çalışan şeytanı burada taşlamıştır. Bu bölgede kurban kesmiştir. Hac ibadeti yapanlar da burada kurban keser ve şeytanı taşlarlar.

Kurban bayramı birinci günü bu bölge de kurban kesilir. Kurban bayramının birinci günü, ikinci günü, üçüncü günü ve dördüncü günleri de cemrelere taş atılma işlemi gerçekleşir. Bu olaya şeytan taşlama denilir.

Kurban bayramının 1, 2, 3 ve 4,üncü günlerinde Mina’da bulunan ve “Büyük Şeytan-Akabe Cemresi”, “Orta Şeytan-Orta Cemre” ve “Küçük Şeytan-Küçük Cemre” olarak adlandırılan taş kümelerine usulüne uygun şekilde taş atmak hac ibadetinde vaciptir. Bayramın 1.2.3 ve 4, günleri, her gün sırasıyla yedişer taş atılır.

Kurban bayramının dördüncü günü tan yeri ağarıncaya kadar Mina’dan ayrılmamış olanlar, güneş batıncaya kadar her üç şeytana 7’ şerden, toplamda 21 taş daha atarlar. Tan yeri ağarmadan ayrılanların dördüncü gün taş atmaları gerekmez. Uygulama bu şekildedir. Taşlama sırasında gündüzleri çok kalabalık olması nedeni ile izdihamdan etkilenmemek için daha sakin olan gece saatlerini veya akşam saatlerini tercih etmelidir. Küçük şeytan ve orta şeytanı taşladıktan sonra, sakince bir kenara çekilip dua edilir. Büyük şeytana taş atılınca beklenmez, o bölge hızlı bir şekilde terk edilir.

Şeytan taşlama; haksızlıkları, kötülükleri, zulüm ve zalimleri protesto etmek için yapılır. Şeytanı taşlayan hacı, şeytana, şeytanın yolunda gidenlere ve bütün kötülüklere karşı tavır koymuş olur ve bundan sonra hiçbir şekilde şeytana uymayacağını ilan eder.

Arafat Dağının Önemi Nedir

Arafat dağı, Mekke’ye 20 kilometre uzaklıkta ve doğusunda yer alan bir dağdır. Arafat ovası içerisinde yaklaşık olarak 70 metre kadar yükseklikte bir tepe görünümüne sahiptir. Tepede koyu yeşil taş yığınları yer almaktadır. Arafat’a “Cebelür-rahme” (Rahmet dağı) da denir.

Arafat dağı, Hac ibadetinin rükünlerinden biri olan vakfe’nin yapıldığı yer olduğundan dolayı çok büyük bir öneme sahiptir. Bu dağın adını alması konusunda çeşitli görüşler mevcuttur.

Hz. Âdem (a.s) ile eşi Hz. Havva cennetten çıkarılmalarından sonra yeryüzüne indirilmiş ve bir zaman ayrı kaldıktan sonra Arafat dağında buluşmuşlardır. Buluşma anlamına gelen bu bölgeye Arafat ismi verilmiştir. Bu ismin ve rivayetin Hz. Âdem (a.s) zamanından beri anlatıldığı ifade edilmektedir. Bir rivayete göre ise, hacı adaylarının Arafat dağındaki vakfeleri esnasında Allah’ın yüceliğini, kendilerinin kulluk ve ihtiyaçlarını itiraf etmelerinden dolayı bu bölgeye Arafat adı verilmiştir. Başka bir rivayet göre ise, Hac ibadetinin önemli bir rüknü olan vakfeyi tamamlayanlar samimi bir şekilde dualarda bulunurlar ve manevi bir kokuya bürünürler, bundan dolayıdır ki bu mana da bu dağa Arafat adı verilmiştir.

Allah Teâlâ Arafat adını Kuran’ı Kerim’de şu şekilde zikretmiştir.” Arafat’tan ayrılıp (seller gibi) akın edince Meş’ar-i Haram’da Allah’ı zikredin.” (el-Bakara, 2/ 198).

Hac ibadetini yapmak için Mekke’de bulunan Müslümanlar, Zilhicce’nin 8. günü sabah namazını Mekke’de kıldıktan sonra Mina’ya, daha sonra Arefe günü sabah namazını kıldıktan sonra ise Arafat dağına çıkarlar. Hac ibadetinin farzı olan vakfe, Arefe günü zeval vaktinde başlar. Kurban bayramının birinci günü sabah namazı vaktinde sona erer. Hacıların ayrılma işlemleri genel olarak Arefe günü akşamı başlar.

Arefe günü Arafat’ta vakfe yapmanın önemi hakkında Resulullah şöyle buyururlar.”Cenab-ı Hakk’ın, Arefe günü (vakfe sırasında) Cehennem’den azad ettiği kulların sayısı diğer günlerde azad edilenlerle kıyaslanmayacak kadar çoktur. Allah, Arefe günü vakfe yapanlara yaklaşır. Sonra onlarla meleklere karşı iftihar ederek bunlar ne istiyorlar ki bütün işlerini bırakıp burada toplandılar der.” (Müslim, Hacc, 1348).

Başka bir hadis-i şerifte şöyle buyururlar; “Ben şurada kurban kestim. Mina’nın her tarafı bir kurban yeridir, konakladığınız yerde kurban kesiniz. Ben şurada vakfe yaptım, Arafat’ın her tarafı vakfe yeridir.” ( Müslim, Hacc).

Hac İle İlgili Ayetler

Aşağıda hac ile ilgili ayetler sıralanmıştır. Kur’an-ı Kerim’de hac ibadeti ile ilgili ayetleri paylaşıyoruz.

1- “Ey Muhammed! Biz senin çok defa yüzünü göğe doğru çevirip durduğunu (vahiy beklediğini) görüyoruz. (merak etme) elbette seni, hoşnut olacağın kıbleye çevireceğiz.(bundan böyle) yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. (Ey Müslümanlar) Siz de nerede olursanız olun, (namazda) yüzünüzü hep onun yönüne çevirin. Şüphesiz kendilerine kitap verilenler, bunun Rablerinden (gelen) bir gerçek olduğunu elbette bilirler. Allah, onların yaptıklarından habersiz değildir.” (Bakara, 2/ 144)

2- “ Sana, hilalleri soruyorlar. De ki:” Onlar, insanlar ve hac için vakit ölçüleridir.” (Bakara, 2/ 189)

3- “Şüphesiz Safa ile Merve, Allah’ın (dininin) nişanelerindendir. Onun için her kim hac ve umre niyetiyle Kâbe’yi ziyaret eder ve onları da tavaf ederse, bunda bir günah yoktur. Her kim de gönlünden koparak bir hayır işlerse, şüphesiz Allah onu bilir, karşılığını verir. (Bakara, 2/ 158)

4- “Hac (ayları), bilinen aylardır. Kim o aylarda hacca başlarsa, artık ona hacda cinsel ilişki, günaha sapmak, kavga etmek yoktur. Siz ne yaparsanız, Allah onu bilir.(Ahiret için) azık toplayın. Kuşkusuz, azığın en hayırlısı takvadır. ( Allah’a karşı gelmekten sakınma) Ey akıl sahipleri, bana karşı gelmekten sakının.” (Bakara, 2/ 197)

5- “Haccı da, umreyi de Allah için tamamlayın. Eğer (düşman, hastalık ve benzer sebeplerle) engellenmiş olursanız artık size kolay gelen kurbanı gönderin. Bu kurban, yerine varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. İçinizden her kim hastalanır veya başından rahatsız olursa fidye olarak ya oruç tutması, sadaka vermesi, ya da kurban kesmesi gerekir. Güvende olduğunuz zaman hacca kadar umreyle faydalanmak isteyen kimse, kolayına gelen kurbanı keser. Kurban bulamayan kimse üçü hacda, yedisi de döndüğünüz zaman (olmak üzere) tam on gün oruç tutar. Bu (durum) ailesi Mescid-i Haram civarında olmayanlar içindir. Allah’a karşı gelmekten sakının ve Allah’ın cezasının çetin olduğunu bilin.” (Bakara, 2/ 196)

6- “ Hac ibadetinizi bitirdiğinizde, artık ( cahiliye döneminde) atalarınızı andığınız gibi, hatta ondan da kuvvetli bir anışla Allah’ı anın. İnsanlardan, “Ey rabbimiz! Bize (vereceğini) bu dünyada ver diyenler vardır. Bunların ahirette bir nasibi yoktur.” ( Bakara, 2/ 200)

Telbiye Nedir

Telbiye, icabet etmek demektir. Hac esnasında lebbeyk demek manasında kullanılır.

Hac ve umre için niyet eden kişi, ihrama girdiği zaman, hac ve umreye ait bir takım vecibeleri yerine getirinceye kadar lebbeyk zikrini söyler.

Abdullah b. Ömer (r.a) şöyle demiştir; Ben telbiyeyi Resulüllah (s.a.v)’in mübarek ağzından öğrendim. O şöyle buyuruyordu;

“Lebbeyk, Allahümme lebbeyk, Lebbeyke la şerike leke lebbeyk. İnne’l-hamde ve’n-nimete leke ve’lmülke la şerike leke”

“ Tekrar tekrar icabet sana ya Rabbi, tekrar icabet sana. Senin ortağın yoktur. Her emrini ifaya hazırım. Hiç şüphe yok ki, hamd ve nimet sana mahsustur. Mülk senindir. Bunların hiç birinde senin ortağın ve benzerin yoktur” ( Müslim, Sahih, Kitabü’l-Hacc, 3; İbn Mace, Sünen, Menasik, 15; Ebu Davud, Menasik, 26).

İhrama giren bir kişi, Allah’ın davetine icabet etmiş demektir. Telbiyede Allah’ın davetine icabet etmekten söz edilir.

İbn Abbas’tan rivayet edilen bir hadis-i şerifte şöyle nakledilmektedir.

İbrahim (a.s) Kâbe’yi inşa edip tamamladıktan sonra kendisine “Hac için insanları davet et” emri verildi. İbrahim(a.s); benim sesim onlara ulaşmaz dedi. Allah Teâlâ; Sen davet et, sesini duyurmak bana aittir buyurdu. Bunun üzerine İbrahim (a.s): Ey insanlar, Beyt-i Atik’i haccetmeniz size farz kılınmıştır, diye nida etti. Bu sözü yerle gök arasında bulunanların hepsi işitti. “Görmüyor musunuz? İnsanlar en uzak yerlerden icabet edip geliyorlar” (İbn Hacer, Fethü’l-Bari, 4/ 152).

Telbiyenin şartı dil ile yapılmasıdır. Kalp ile getirmek telbiye sayılmaz.

Hanefi mezhebine göre, ihrama girmenin şartlarındandır. Telbiye getirmeden ihram sahih olamaz. Ümmü Seleme (r.a) bir hadiste şöyle demektedir.” Ben Resulullah (s.a.v)’i; Ey Muhammed ailesi, sizden kim hac yapacak olursa kesinlikle telbiye getirsin.” derken işittim.(Abdurrahman el- Benna, el-Fethu’r- Rabbani, XI, 178).

İhrama girildiği zaman, bir defa okumak farzdır. Fazla sayıda tekrar etmek sünnettir. Her sabah ve her akşam sık olarak okumak ise müstehabtır.

Maliki mezhebine göre ise vaciptir. Terk edilmesi halinde kurban kesmek gerekir. İhramın rüknü olarak kabul etmektedirler. Telbiyesiz ihram olmaz.(İbn Mace, Sünen, terc. Haydar Hatipoğlu, Menasik, VIII, 107).