Umre Anıları

İhrama girmek için bir yolculuk yaparak mikat sınırlarına gitmemiz gerekiyordu. Allah Teala’nın huzuruna çıkmak için önce kendimize çeki düzen vermeli, kendimizi o manevi atmosfere girmek için hazırlamalıydık. Gönlümüzü, duygularımızı ve niyetimizi Allah’ın kıyamete kadar koruyacağı o kutsal mekâna uyacak duruma getirmeli, ruhen ve manen yüce yaratanın misafiri olarak kendimizi hazırlamalıydık.

Bu hazırlık için, Harem-i Şerif’e 6 km uzaklıkta olan Tenim Mescidine gitmek için yola çıktık. Bir süre sonra mescide ulaştık. Mescide girip iki rekât namaz kıldık, ardından umre için niyet ettik. Sonrasında telbiyeler getirerek mescitten ayrıldık.

“Lebbeyk Allahumme lebbetk. Lebbeyke la şerike leke lebbeyk. İnne’l hamde ve’n ni’mete leke ve’l mülk. La şerike lek.”

Harem-i Şerif’in kapısına geldiğimde heyecanlandım. Merdivenlerden inerek, hacer-ül esved-‘e selam verip tavaf’a başladım. Kâbe’nin etrafında tavaf eden on binlerce Müslüman’ın oluşturduğu tablo, bir galaksinin milyonlarca yıldızıyla dönüşünü andıran bir manzara gibiydi. Ben de o yıldızlardan birisiydim.

Kâbe’nin etrafında, ne kadar döndüğümü bilmiyorum. Yaptığım her dönüş benim için bir başlangıç oluyordu. Her dönüşüm Yüce Allah’a olan bağlılığımı, ona karşı duyduğum aşkı daha da artırıyordu.

Kâbe’ye ayrılık vakti geldiğinde ise, gözlerim bir farklı bakıyordu. Son tavafımı yapıyordum, veda tavafı idi. Son defa hacer-ül esved’e selem verdim, son defa dokunmaya çalıştım. Ama bu bir veda değil, bir başlangıç olmalıydı. Allah’ın evine yaptığım ilk ziyaretti, bu veda olmaması gerekir. O’nun cennet kokusuna doymadan buradan nasıl ayrılırdım. Yıllarca buranın hasretini çekmiştim. Şunu iyi anladım ki, Kâbe’ye veda etmek, gitmekten zormuş. Bir kere olsun O’na bakarak namaz kılmak, O’nun cennet kokusunu alınca insan kolay ayrılamıyor. Mümkün olsa idi, hiç ayrılır mıydım? Ne kadar üzülsem de, ağlasam da ayrılmak zorunda idim.

Kâbe’ye bakarken yaşlı gözlerle, yavaş bir şekilde ayrılıyordum Rabbimin evinden. Sanki yüreğimden bir şeyler kopuyordu. Son defa doyarak baktım Kâbe’ye. Sadece bedenim gidiyordu bu kutsal topraklardan. En kısa geri dönmek arzusu ile.

İnşallah, Beytullah’ı yeniden tavaf etmek, Kâbe’de tekrar namaz kılmak, O’nun cennet kokusunu tekrar hissetmek, safa ile Merve’yi sa’y etmek bir daha nasip olur, diye ayrılıyorum.

Umre Aşısı

 Ege Üniversitesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Çağrı Büke, menenjitin yılın her döneminde görülebilecek bir enfeksiyon hastalığı olduğunu ve çeşitli türlerinin bulunduğunu belirtti.

İnsandan insana bulaşma olasılığı da olan menenjite özellikle Suudi Arabistan ve Orta Doğu ülkelerini ziyaret ettikten sonra Türkiye’ye dönenlerde rastladıklarını ifade eden Büke, “Umre veya hacca gidip menenjitle karşımıza gelen vakalar var. Ancak bu ülkelere seyahat etmemiş olan menenjit hastalarıyla da karşılaşıyoruz” dedi.

Virüslerin menenjite neden olabileceğini aktaran Büke, Türkiye’de kronik menenjitin en büyük etkenlerini de tüberküloz, brucella, kriptotok mantarı olduğunu, bağışıklık sistemi baskılanmış hastalarda menenjitle daha sık karşılaştıklarını dile getirdi.

AŞININ ETKİNLİĞİ İÇİN 10 GÜN SÜRE GEREKİYOR

Suudi Arabistan ve Orta Doğu ülkelerine gidenler için menenjit aşısının çok önemli olduğuna kaydeden Çağrı Büke, umreye gitmeden en az 10 gün önce aşı olunması gerektiğini vurguladı.

Menenjit aşısının anında etki gösteren koruyuculuğunun olamadığına dikkat çeken Büke,”Aşı yapıldıktan sonra vücutta organizmalara karşı koruyucu maddeler oluşacaktır. Bu oluşum için de en az 10 güne ihtiyaç vardır. Sınır kapısından girmeden 1-2 gün önce aşılanmış olması kişiyi korumaz” dedi.

Çağrı büke, şöyle konuştu:

“Kızamık, suçiçeği, menenjit gibi hastalıklar görüyoruz. Bu durum okul çağındaki çocuklarda aşılanma önerilerini de beraberinde getiriyor. Bazı firmaların ürettiği aşıların içinde farklı menenjit türlerine karşı koruma da görebiliyoruz. Eğer bir risk söz konusuysa menenjitten en iyi korunma yolu aşılamadır. Menenjitli hastalarda 6 saatten fazla aynı havayı soluyan kişilerin de antibiyotik kullanması gerekiyor.”

BELİRTİLERİ ANİ ATEŞ, BULANTI, KUSMA

Akut menenjit tablosunda etken mikroorganizmayı aldıktan 2-3 gün sonra belirtilerin ortaya çıktığını anlatan Büke şöyle konuştu:

“Ani ateş, kusma, baş ağrısı, kusma ve bilinç kaybı bizi şüphelendirir. Meningokoksit menenjitler kanamalı döküntülere de sebep olabilir. Hastanın tablosu ağır olduğu için çok ciddi tedaviye rağmen yüksek ölüm oranıyla karşı karşıya kalabiliriz.

İzmir Halk Sağlığı Müdürlüğü ekipleri de Sağlık Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı ortaklarıyla menenjit aşısını hac ve umre yolcularına zorunlu olarak uyguladıklarını, ancak birkaç gün içinde uygulanan aşının koruyucu olamayacağını, kutsal topraklara gitmek isteyenlere 10 gün önce aşı uyarısında bulunduklarını kaydetti.

Hendek Savaşı

Hendek savaşı, Müslümanlar ile Mekkeli müşriklerin yaptıkları son savaştır. Bu savaş hicretin beşinci yılında, 627 yılında yapılmıştır. Müslümanların hendek kazarak hazırlamış oldukları savaş stratejisi, savaşın bu ad ile anılmasına vesile olmuştur. Yahudi ve müşriklerin birleşmek suretiyle kurmuş oldukları bir ordu ile yapılan bu savaşa Anzab savaşı da denilir. Müslümanlar sayıca çok az olmalarına rağmen, bu savaşı kazanmışlardır. Müslümanlar için savunma savaşı olarak da tarihe geçmiştir.

Uhud savaşı sonrası Müslümanlar, Medine’nin doğusuna ve kuzeyine seferler yaptılar. Bundan dolayı Mekke kervanlarının Suriye, Mısır ve Irak yolu kapanmıştı. Ticaret yolları kapanan müşrikler savaş için hazırlıklara başladılar. Yahudilerin müşriklerle bir olup, Medine’de ki Müslümanları yok etmek istemeleri, Müşriklerin ise, Bedir ve Uhud savaşlarından bekledikleri sonucu alamamasından dolayı hendek savaşı kaçınılmaz oldu.

Müşrikler çeşitli kabilelerden aldıkları paralı askerleri ve kendi askerlerini savaş için hazırlamaya başladılar. Müşriklerin kabileler ile birleşerek hazırladığı orduya, Müslümanların sayı olarak karşı koymaları mümkün değildi. Bundan dolayı Müslümanlar, harekete geçerek kendileri için faydalı olacak savaş stratejisini belirlediler. Medine şehrinin önemli bölgelerine hendekler kazdılar. Bunu yapmakta ki amaç savunmayı kolaylaştırmaktı. Hendeklerin derinlikleri, bir insanın buradan çıkamayacağı şekilde yapılmıştı. Hendekler bir ayda hazır hale getirildi.

Hendek savaşı için hazırlıklar bitince, kadın ve çocukları korumak için kulelere yerleştirdiler. Karargâhlarını Sal dağında kuran Müslümanlar, hendekleri korumak için gruplar oluşturdular. Bunu yapmaktaki amaç, müşriklerin hendekleri aşmasına engel olmak idi. Karşılıklı olarak ok atışları yapılmış, kuşatmanın etkisiz olmasından ve yiyeceklerinin bitmesinden sonra müşrikler, Beni Kureyze Yahudilerini savaşa katılmaya razı ettiler. Yahudiler, Müslümanlara arkadan saldırmayı düşündüler, Hz. Muhammed bunu duyunca onlara doğru bazı birlikleri sevk etti. Beni kureyzelilerin Hz. Muhammed’e saldırmama sözü sebebi ile bu girişim başlamadan sonlandı. Kuşatma bir ay boyunca devam etti. Fırtına ve soğuk havalar da etkili olunca müşrikler kuşatmaya son verdi. Böylece hendek savaşı müşrikler için hezimetle sona erdi.

Müslümanlar ile müşrikler arasında yapılan hendek savaşı sonunda, Müslümanların zaferle ayrılması eşitliği sağladı. Müşrikler düşmanlıktan bıkmaları ve ticaretlerinin engellemesi sonunda, 628 yılında Müslümanlarla Hudeybiye antlaşmasını yapmak zorunda kalmışlardır.

Uhud Savaşı

 

Uhud savaşı, Hicret’in üçüncü yılında Uhud dağı çevresinde müşriklerle yapılan savaştır.

Uhud savaşından önce, Bedir’de yakınlarını kaybeden müşriklerin intikam duyguları kabarmış, intikam almak için antlar içiyorlar ve planlar yapıyorlardı. Bedir’de yakınları öldürülenler karalar giyerek kabileler arsında dolaşıyor, şairler mersiyeler okuyarak Araplar savaşa teşvik ediliyordu.

Putperest Kureyşliler, Mekke dışındaki Arap kabilelerinin de katılması ile 3000 kişilik bir ordu hazırladılar. Peygamberimiz Hz. Muhammed (s. a.v)’e, amcası Abbas bir mektup yazarak bu hazırlıkları bildirdi. Peygamberimiz (s.a.v) durumu araştırdı ve amcasının yazdıklarının doğru olduğunu anladı. Düşman büyük bir ordu hazırlamış ve Medine’ye doğru ilerliyordu. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v) bir savaş meclisi kurarak ashabı ile meseleyi ayrıntılı bir şekilde görüştü ve gerekli tedbirleri aldılar. Müslümanların sayısı 1000 kişi idi.

Uhud savaşında düşman, karargâhını Uhud dağının Medine’ye bakan eteklerinde kurmuştu. Resulullah (s.a.v) Bedir’de olduğu gibi bu savaşta da İslam ordusunu savaş düzenine göre yerleştirdi. Düşmanın sızabileceği geçit ve gedikleri okçularla korudu ve özellikle ordunun sol kısmındaki dağın vadisini beklemek üzere elli kişilik okçu birliğini bıraktı ve “Düşman yense de, yenilse de kesinlikle yerlerinizden ayrılmayınız.” diye tembihte bulundu.

27 Mart 625 Cumartesi günü Uhud savaşı başladı. Hz. Ali, Hz. Hamza ve diğer İslam savaşçıları hasımlarını öldürdüler. Savaş şiddetli bir şekilde sürdü. Peygamberimizin uygulamış olduğu tedbirler ile ilk safhada Müslümanlar galip geldi.

Resulullah’ın (s.a.v), amcası Hz. Hamza bir aslan gibi düşmana kılıç sallıyor, diğer Müslümanlar da ellerinden geleni yapıyorlardı. Düşman bozguna uğramıştı ve kaçıyordu. Bu durumu gören Müslümanlar kılıçlarını bırakıp ganimet toplamaya başladılar. Ordunun gerisinde vadiyi bekleyen elli okçu da Resulullah’ın kesin emrini unutarak,”kardeşlerimiz üstün geldi, biz niye bekleyelim” diyerek yerlerinden ayrıldılar, ganimet toplamaya gittiler.

Bu durumu gözetlemekte olan 200 kişilik düşman süvari birliği az sayıdaki İslam okçusunun kaldığı geçidi rahatça ele geçirerek, İslam ordusunu arkasından vurmaya başladı. Bu durumu gören müşrikler geri döndüler ve yeniden saldırıya geçtiler. Böylece Müslümanlar iki ateş arasında kalarak, Üstünlük sağlamış iken, dünyalığa dalmaları ve Peygamberin emrini çiğnemeleri sonucu zor duruma düşmüşlerdir.

Müslümanlar Uhud savaşında, Hz. Hamza dâhil 70 şehit vermişlerdir.

Bedir Savaşı

Bedir savaşı, İslam devletinin Medine’de kurulmasından sonra Müslümanlar ile müşrikler arasında meydana gelen ilk savaştır. Bu savaşa, yapıldığı kasabanın adı verilmiştir.

Bedir kasabası Medine’nin 120 km. kuzeybatısında ve Kızıl Deniz sahiline 20 km. uzaklıktadır. Bedir, Mekke’den gelip Medine’den geçerek Suriye’ye uzanan yol üzerinde olup, Mekke-Medine arasındaki konak yerlerinden birisiydi. Bedir halkı geçimlerini, ticaret kervanlarından elde ettikleri kazançlarla sağlardı.

Müslümanların her şeylerini Mekke’de bırakıp Medine’ye göçmelerinden sonra, Müşriklerin İslam ve Müslümanlara kinleri bitmemişti. Müslümanların Medine’de devlet kurup yerleşmiş olmalarını hazmedemeyip mutlaka durdurmak için çareler arıyorlardı.

Mekkeli müşrikler çok defa Müslümanları tehdit etmiş, onlara Medine yakınlarına kadar gönderdikleri çapulcu birlikleri ile zarar veriyorlardı. Son zamanlarda Ebu Sufyan’ın ortaklığıyla kurulan bir kervan Suriye’den mallar getirecek ve bununla Müslümanlara kesin darbe indirilecekti. Bu durumu haber alan Hz. Muhammed (s.a.v) ashabı ile istişare etti. Bu kervanın Mekke’ye ulaşmasına engel olma kararı alındı. Ebu Süfyan durumdan haberdar oldu ve Kureyş’ten yardım istedi. Ebu Cehil Kâbe’ye koştu, müşrikleri Müslümanlara karşı savaşa teşvik etti.

Bedir savaşında, Müslüman ordusunun sayısı üç yüz beş kişiydi. Bunların seksen üçü muhacirlerden, altmış biri Evs’ten, geri kalanları ise Hazrec kabilesinden idi.

Bedir savaşı için, Müslümanların üç atları ve yetmiş develeri vardı. Bineklerine sıra ile biniyorlardı. Bu ordu, İslam’ın tek ordusuydu. Eğer bu ordu yenilecek olursa, Allah’ın hükmünü hâkim kılacak bir başka topluluk kalmayacaktı. Peygamberimiz (s.a.v) :” Allah’ım, vaat ettiğin yardımını bugün lütfet. Ya Rab, bu bir avuç mücahit yok olursa, bir muvahhitler bu gün telef olursa, yeryüzünde sana ibadet eden kalmayacak” diye dua ve niyazlarına devam etti. Bu esnada şu mealdeki vahiy gelmişti: “ Bütün bu toplananlar (müşrikler) hezimete uğrayacak ve arkalarına dönüp kaçacaklardır.” (el- Kalem, 68/ 45).

Taraflar birbirlerine karşı saldırıya geçtiler. İkindiye doğru Müslümanlar tarihin kaydettiği en büyük zaferlerden birini gerçekleştirdi. Bedir savaşı sona ermişti. Ebu Cehil başta olmak üzere müşriklerin önde gelenlerinden çok kimse hayatını kaybetti. Müşriklerden yetmiş kişi öldürülmüştü. Müslümanlar ise on dört şehit vermişlerdi. Hz. Muhammed (s.a.v) namazlarını kıldırdıktan sonra Allah yolunda canlarını veren ilk şehitleri toprağa vermiştir.

Muhacir Nedir

Asıl olarak Mekke’den Medine’ye hicret eden sahabelere verilen bir isimdir. Lügatte, hicret eden, yerleşmek için başka bir yere giden, göçen demektir.

Sahabelerden muhacir olanlar, yani Allah için, ellerinde bulunan bütün mal ve mülklerini geride bırakarak, müşriklerin zulmünden kaçıp, Mekke’den Medine’ye göç eden insanlar, Peygamberimizden sonra en şerefli ve onurlu insanlardır. Onlar İslam’ı ilk kabul eden ve bu dava da akıl almaz eziyetlere katlanan insanlardır. Allah’a ve onun Peygamberine inandıkları için kırbaçlanmış, alaya alınmış, kumlarda sürüklenmiş ve bin bir türlü eziyet görmelerine rağmen imanlarından vazgeçmemişlerdir. Hz. Muhammed’in etrafında pervaneler gibi dönmüş, canlarını ve mallarını İslam uğruna feda etmişlerdir. Peygamberimiz bir Hadis-i Şerif’lerinde Cennet’e ilk girecek kişilerin muhacirler olduğunu bildirmiştir. Yüce Allah Hac suresinde, “Onlar ki (O muhacirler ki) Rabbimiz Allah’tır dedikleri için, haksız olarak yerlerinden yurtlarından çıkartılmışlardı.”buyurarak onları övmüştür.

Hicret, uzun yıllar devam etmiş, fakat Mekke’nin fethinden sonra Hz. Muhammed; “Mekke’nin fethinden sonra hicret yoktur. Ancak cihat ve niyet sevabı vardır.” (Buhari) buyurarak bir sahabenin, muhacirlerden sayılması için Mekke’nin fethine kadar, hicret edilmiş olmasını şart koşmuştur. Ashabın fazilet olarak en üstün olanı onlardır. Şüphesiz ki en büyük muhacir ve en üstün olan insan Peygamberimiz Hz. Muhammed’dir ( s. a.v).  Hz. Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali gibi çok büyük sahabeler de muhacirlerdir.

Osmanlı İmparatorluğu dönemi sonlarından itibaren, Balkanlardan mecburi göç yaşayıp Anadolu’ya gelenlere de muhacir denilmektedir.

Trakya bölgesinde günlük konuşma dilinde Macır olarak telaffuz edilen bu kelime, 93 Harbinden itibaren 1930’lara kadar Yunanistan, Bulgaristan, Arnavutluk ve Yugoslavya gibi Balkan ülkeleri ile Türkiye arasında mübadele ile tek yönde göçenler için kullanılır. Bu göçmenler genel olarak Trakya ve Marmara bölgesine yerleştiler.

Balkanlardan gelen göçmenler devletten toprak almışlar, yeni düzen kurmaya çalışmışlardır. Balkanlarda öğrendikleri faaliyetleri, sebze ve meyve yetiştirme gibi anlayışı Türkiye’ye ilk defa getirmişler ve önemli bir kısmı birçok alan da ülkenin öncüleri olmuştur.

Osmanlı-Rus Savaşı ve Kafkasya Savaşı esnasında, Kafkasya’dan göçenler de muhacir olarak adlandırılır.

Ensar Nedir

 

Ensar, Hz. Peygamber’e ve muhacirlere yardımcı olan Medineli Müslümanlardır.

İslam edebiyatında ensar, Hz. peygamber’i ve muhacirleri yurtlarında barındırmak ve korumak için, onlara büyük yardımda bulunan Evs ve Hazrec kabilelerine mensup Medineli Müslümanlar için kullanılmıştır.

Hz. Peygamber, hicretten hemen sonra, yapılan kardeşlik akdi merasiminde her Mekkeliyi bir Medineli ile kardeş ilan etti. Bu şekilde bütün varlıklarını Mekke’de bırakıp gelen muhacirlere maddi ve manevi destek sağlandı. Medineli Müslümanlar muhacirleri öz kardeş gibi kabul ettiler. Her imkânı onlarla paylaşmak istediler. Hurmalıklarına ortak yapmak istediler ama Hz. Muhammed’in razı olmaması üzerine, muhacirler hurmalıklarda çalışarak emeklerine karşılık elde edilen mahsulden pay aldılar. İnsanlık tarihinde benzeri olmayan bu kardeşlik örneği Kuran’ı Kerim’de şu ayetle açıklanmıştır.” İman edip hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihat edenlerle, bunları barındırıp yardım elini uzatanlar, işte onlar birbirlerinin gerçek dostlarıdır.” (Enfal, 8/ 72). Ensar– muhacir dayanışması sonunda, Hz. Peygamber’in Medine’de kurduğu çarşıda hayat canlanmış ve Medineliler, Yahudilerin ekonomik hâkimiyetinden kurtuldular.

Ensar Akabe’de Hz. Peygamber’e verdiği sözü tutarak onu her türlü tehlikelerden korumuş, Medine’de ki Yahudi ve müşriklere karşı, Mekkeli müşrik ve diğer düşmanlara karşı yapılan silahlı mücadelelerde devamlı bir şekilde Hz. Muhammed’in yanında yer almış ve birçok kahramanlık örneği vermişlerdir.

Ensarın fedakârlığını her fırsatta belirten Hz. Muhammed onları ancak müminlerin seveceğini, mükâfatın Allah tarafından sevilmek, nefret edenlerin cezasının da Allah’ın buğzuna uğramak olduğunu belirtmiştir. Feragat ve fedakârlıkları Resulullah tarafından ve bütün Müslümanlar tarafından takdir ile karşılanmış, İslam kardeşliğinin ideal bir uygulaması olarak örnek gösterilmiştir.

Hz. Muhammed, yeni Müslüman olan bazı Mekkelileri İslamiyet’e daha sıkı bağlanmalarını sağlamak için bol miktarda ganimet vermiştir. Bir kısım cahil Medineliler tarafından onun hemşerilerini tutacağını ve kendilerini bırakacağını ileri sürmeleri karşısında, Hz. Muhammed bunun doğru olmadığını söylemiş, başkaları ganimet mallarıyla dönerken onların Allah elçisiyle dönmelerinin daha hayırlı olacağını belirterek gönüllerini almıştır. Bütün insanlar bir vadiye, Ensar başka bir vadiye girse kendisinin onlarla beraber gideceğini ve hicret dini bir emir ve ibadet olmasaydı kendisini onlardan biri sayacağını ifade ederek onları mutlu etmiştir.

Ashab-ı Suffe Kimdir

Ashab-ı suffe, Arapça sahipler, arkadaşlar manalarına gelen “ashab” kelimesi ile eyvan, sed, sofa gibi manalara gelen “suffe” kelimesinden oluşmuş bir tabirdir. Hicretten sonra, Hz. Peygamberin Medine’de ki mescidine bitişik gölgelikte kalan ve ilim tahsili gören sahabelere verilen genel isimdir.

Suffe’de toplanan öğrencilere Kuran-ı Kerim, hadis-i şerifler ve dini bilgiler öğretilirdi. Hocaları başta Hz. Muhammed olmak üzere Abdullah b. Mesud, Muaz b. Cebel gibi ilim sahibi olan sahabelerdi.

Hz. Peygamber, Medine’ye hicretten sonra yapımına başlanan mescit inşası esnasında bir eğitim-öğretim kurumuna olan ihtiyacı dikkate almış ve mescidin bitişiğinde yapılan bir bölümü bunun için tahsis etmiştir.

İslam’ı yaşama imkânına sahip olamadıkları için, çeşitli bölgelerden Medine’ye hicret edenler ve bekâr olup herhangi bir yuva edinemeyenler burada barınmıştır. Düzenli bir eğitim faaliyetine tabi tutulan bu öğrenciler, kendilerine ayrılan mekâna suffe dendiğinden dolayı Ashab-ı Suffe, ya da Ehl-i Suffe denilmektedir.

Hz. Peygamberi görmek ve İslamın temel kurallarashabı suffe kimdirını öğrenmek için gelen, kalacak yeri olmayan misafirlerde Suffe’de kalırdı.

Ashab-ı Suffe, nazil olan ayetleri ve Peygamberimizin hadislerini ezberleme konusunda ön sıralarda yer alırdı. Muhacirler ticaret ile Ensar ziraat ile uğraşırken, Suffeliler Hz. Peygamberin yanından ayrılmıyor, başkalarının duymadıklarını duyuyor, görmediklerini görüyorlardı. Suffe Ehli’nin büyük kısmı kendilerini manevi hayata veriyor, geceleri ibadetle, gündüzleri ise oruç ve ilim tahsili ile geçiriyorlardı. Bu şekilde, bir yandan İslam’ı öğreniyor, bir yandan da bütün incelikleri ile yaşamaya çalışarak Hz. Peygamberin sevgisine ve özel ilgisine mazhar oluyorlardı.

Suffe, İslam’ın ilk sistemli eğitim kurumudur. İlk İslam üniversitesidir. Hayatlarını Peygamber medresesinde ilim ve irfan kazanmış seçkin kişilerdir. Hz. Peygamber ile birliktelikleri fazla olduğu için, diğer Müslümanları birçok hadis-i şerif’ten onlar haberdar etmiş, hadis rivayetinde ön sıralarda yer almışlardır. Suffe ehli, İslam’ın yayılmasında ve öğrenilmesinde önemli hizmetler vermiştir. Suffe, İslam tarihinde örnek ve öncü bir eğitim kurumu olmuştur.

Ashab-ı Suffe hakkında dikkat çeken bir konu da, Suffe halkından bir kısmı, kendilerini tamamen manevi bir hayat verdiklerinden dolayı, Müslümanlar arasında zahidane yaşayışın ve tasavvufi eğitimin öncüleri olmuşlardır.

Hicret Nedir

Hicret, İslam takviminin başlangıç tarihi ve Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye göç etmesidir. Bu göç esnasında o zamana kadar Müslüman olanlar da Peygamberimizin yanında idi.

Hicret, Hz. Muhammed ve diğer Müslümanların baskılar yüzünden 622 yılında Mekke’den Medine’ye göçüne verilen isimdir. Bu göçün sonunda Medine’de bir İslam devleti kurulmuştur. Peygamber efendimiz tebliğ görevini Mekke dışına taşımak istiyordu. Bundan dolayı Taif’e gitti. Taif’liler de Kureyşliler gibi inkârcılıkta direniyorlardı. Peygamber efendimize taş atmışlardı. Peygamberimiz bu cahiller karşısında yılmıyor, özellikle Hac mevsiminde Mekke dışından gelen insanlar ile görüşüp İslam’ı anlatıyordu.

Bir müddet sonra Peygamberimiz Müslümanların Medine’ye hicret etmelerine izin verdi. İlk olarak Cahşoğulları hareket ettiler. Sonrasında Hz. Ömer önce silahını kuşandı, Kâbe’yi tavaf etti. Çevresinde bulunan müşriklere de hicret etmekte olduğunu açıkladı. “Anasını ağlatmak, karısını dul bırakmak isteyen varsa beni izlesin” diyerek büyük bir grup ile birlikte Medine’ye hareket etti. Hz. Ömer’den sonra Hz. Hamza ve diğer Müslümanlar göç ettiler. Hz. Ebu Bekir’de gitmek istiyordu ancak, Peygamberimiz ona “acele etme belki Allah sana bir arkadaş bulur” diyerek beklemesini söyledi. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir iki deve satın alarak beklemeye başladı.

Kureyşliler, Müslümanların Medine’de tutunduklarını görünce telaşa düştüler. Peygamberimize engel olmak için toplandılar. Çeşitli düşünceler ileri sürerek, sonunda Ebu Cehil’in düşüncesine karar verdiler. Ebu Cehil her kabileden bir delikanlının seçilip, bunların hep birlikte Peygamberimizi öldürmesini teklif etmişti. Bu şekilde olursa, Abdi Menaçoğullarının bütün kabileler ile çarpışamayacağını ve kan davasından vazgeçeceklerini düşündüler. Onlar bunun gibi hileler düşünürken, Peygamberimiz Hz. Ebu Bekir’in evine gitti. Allah’ın kendilerine hicret izni verdiğini bildirerek yol hazırlığına başladılar. Mekkelilere ait bazı emanetlerin verilmesi ve müşrikleri yanıltmak için Hz. Ali’ye Peygamberimizin evinde kalması emredildi.

Gece geç saatlerde müşrikler Peygamberimizin evine geldiler. Kuran okuyarak müşriklerin arasından görünmeden geçen Peygamberimiz, Hz. Ebu Bekir ile Sevr Dağına doğru yol alıp Hıra mağarasına gizlendiler. Bu mağarada üç gün kaldılar.

Medineliler yollara dökülüp Peygamberimizi karşıladılar. Peygamberimiz burada bir süre kaldıktan sonra Kuba Mescidini inşa ettirdi.

Mescid-i Aksa Nedir

Müslümanların ilk kıblesidir ve kutsal kabul edilen mekânlardan bir tanesidir.

Kuran’ı Kerim’de şu şekilde geçer. “Kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Haram’dan (Mekke’den), kendisine bir kısım ayetlerimizi göstermek için, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya (Kudüs’e) götüren Allah’ın şanı ne yücedir. Doğrusu O, işitir ve görür.” Peygamberimiz Hz. Muhammed ise şöyle demiştir; “Yolculuk ancak şu üç mescit’ten birine olur; Benim şu mescitlerime (Mescid-i Nebevi), Mescid-i Haram’a ve Mescid-i Aksa’ya.” Bu hadis çerçevesinde Mescid-i Aksa, Mescid-i Nebevi ve Kâbe ile birlikte üç harem bölgesinden biri olarak kabul edildiği için Harem-i Şerif adını alır.

Mescid-i Aksa’yı Yahudiler kutsal kabul eder ve bu bölgeye Süleyman’ın inşa ettiği tapınağa nispetle Tapınak adını verirler. Bu bölgeyi, Tapınak bölgesi olarak gördüklerinden dolayı, aynı bölgede yeniden Süleyman tapınağı inşa etmek için gayret ederler.

Mescidin ilk olarak ne zaman inşa edildiği tam olarak bilinmemektedir. Peygamberimiz Hz. Muhammed’in hadislerinde bu mescidin, Kâbe inşa edildikten 40 yıl sonra inşa edildiği ifade edilir. Ebu zerr el-Gifari, şöyle nakleder: “ Ya Resulallah! Yeryüzünde ilk inşa edilen mescit hangisidir? Diye sordum. Dedi ki; Mescid-i Haram. “sonra hangisidir? Diye sorunca, “Mescid-i Aksa” cevabını verdi. Dedim ki; aralarında ne kadar var? Dedi ki; Kırk sene. Tarihçiler, ilk defa inşa edenin kim olduğu konusunda ihtilafa düşmüşlerdir. Bazıları melekler olduğunu söylerken, bazıları ise, Âdem, oğulları Şit, Nuh ve İbrahim gibi isimleri işaret etmişlerdir.

Osmanlılar, Kudüs’e 1516 yılından 1918 yılına kadar hâkim olmuşlardır. Kudüs’ün var olan önemi, Osmanlı idaresinde daha da artmış ve ilerleyen yıllarda Kudüs, İstanbul’a bağlı bir hale getirilerek Kudüs-i Şerif adını almıştır. Osmanlılar Mescid-i Aksa’nın durumunda büyük değişiklik yapmamış, ama Harem-i Şerif’in tamamında önemli ilaveler yapmışlardır.

1516 yılında Memlukları yenilgiye uğratan Yavuz Sultan Selim, Şam ve Kudüs’ü ele geçirmiştir. Kanuni Sultan Süleyman Kudüs’te gerçekleştirdiği inşa faaliyetleri ile Mescid-i Aksa’ya önemli ilaveler yapılmasına vesile olmuştur. Sultan Süleyman’ın gerçekleştirdiği en etkili inşa faaliyeti, şehir surlarını yenilemesi olmuştur.