Uhud Savaşı

 

Uhud savaşı, Hicret’in üçüncü yılında Uhud dağı çevresinde müşriklerle yapılan savaştır.

Uhud savaşından önce, Bedir’de yakınlarını kaybeden müşriklerin intikam duyguları kabarmış, intikam almak için antlar içiyorlar ve planlar yapıyorlardı. Bedir’de yakınları öldürülenler karalar giyerek kabileler arsında dolaşıyor, şairler mersiyeler okuyarak Araplar savaşa teşvik ediliyordu.

Putperest Kureyşliler, Mekke dışındaki Arap kabilelerinin de katılması ile 3000 kişilik bir ordu hazırladılar. Peygamberimiz Hz. Muhammed (s. a.v)’e, amcası Abbas bir mektup yazarak bu hazırlıkları bildirdi. Peygamberimiz (s.a.v) durumu araştırdı ve amcasının yazdıklarının doğru olduğunu anladı. Düşman büyük bir ordu hazırlamış ve Medine’ye doğru ilerliyordu. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v) bir savaş meclisi kurarak ashabı ile meseleyi ayrıntılı bir şekilde görüştü ve gerekli tedbirleri aldılar. Müslümanların sayısı 1000 kişi idi.

Uhud savaşında düşman, karargâhını Uhud dağının Medine’ye bakan eteklerinde kurmuştu. Resulullah (s.a.v) Bedir’de olduğu gibi bu savaşta da İslam ordusunu savaş düzenine göre yerleştirdi. Düşmanın sızabileceği geçit ve gedikleri okçularla korudu ve özellikle ordunun sol kısmındaki dağın vadisini beklemek üzere elli kişilik okçu birliğini bıraktı ve “Düşman yense de, yenilse de kesinlikle yerlerinizden ayrılmayınız.” diye tembihte bulundu.

27 Mart 625 Cumartesi günü Uhud savaşı başladı. Hz. Ali, Hz. Hamza ve diğer İslam savaşçıları hasımlarını öldürdüler. Savaş şiddetli bir şekilde sürdü. Peygamberimizin uygulamış olduğu tedbirler ile ilk safhada Müslümanlar galip geldi.

Resulullah’ın (s.a.v), amcası Hz. Hamza bir aslan gibi düşmana kılıç sallıyor, diğer Müslümanlar da ellerinden geleni yapıyorlardı. Düşman bozguna uğramıştı ve kaçıyordu. Bu durumu gören Müslümanlar kılıçlarını bırakıp ganimet toplamaya başladılar. Ordunun gerisinde vadiyi bekleyen elli okçu da Resulullah’ın kesin emrini unutarak,”kardeşlerimiz üstün geldi, biz niye bekleyelim” diyerek yerlerinden ayrıldılar, ganimet toplamaya gittiler.

Bu durumu gözetlemekte olan 200 kişilik düşman süvari birliği az sayıdaki İslam okçusunun kaldığı geçidi rahatça ele geçirerek, İslam ordusunu arkasından vurmaya başladı. Bu durumu gören müşrikler geri döndüler ve yeniden saldırıya geçtiler. Böylece Müslümanlar iki ateş arasında kalarak, Üstünlük sağlamış iken, dünyalığa dalmaları ve Peygamberin emrini çiğnemeleri sonucu zor duruma düşmüşlerdir.

Müslümanlar Uhud savaşında, Hz. Hamza dâhil 70 şehit vermişlerdir.

Bedir Savaşı

Bedir savaşı, İslam devletinin Medine’de kurulmasından sonra Müslümanlar ile müşrikler arasında meydana gelen ilk savaştır. Bu savaşa, yapıldığı kasabanın adı verilmiştir.

Bedir kasabası Medine’nin 120 km. kuzeybatısında ve Kızıl Deniz sahiline 20 km. uzaklıktadır. Bedir, Mekke’den gelip Medine’den geçerek Suriye’ye uzanan yol üzerinde olup, Mekke-Medine arasındaki konak yerlerinden birisiydi. Bedir halkı geçimlerini, ticaret kervanlarından elde ettikleri kazançlarla sağlardı.

Müslümanların her şeylerini Mekke’de bırakıp Medine’ye göçmelerinden sonra, Müşriklerin İslam ve Müslümanlara kinleri bitmemişti. Müslümanların Medine’de devlet kurup yerleşmiş olmalarını hazmedemeyip mutlaka durdurmak için çareler arıyorlardı.

Mekkeli müşrikler çok defa Müslümanları tehdit etmiş, onlara Medine yakınlarına kadar gönderdikleri çapulcu birlikleri ile zarar veriyorlardı. Son zamanlarda Ebu Sufyan’ın ortaklığıyla kurulan bir kervan Suriye’den mallar getirecek ve bununla Müslümanlara kesin darbe indirilecekti. Bu durumu haber alan Hz. Muhammed (s.a.v) ashabı ile istişare etti. Bu kervanın Mekke’ye ulaşmasına engel olma kararı alındı. Ebu Süfyan durumdan haberdar oldu ve Kureyş’ten yardım istedi. Ebu Cehil Kâbe’ye koştu, müşrikleri Müslümanlara karşı savaşa teşvik etti.

Bedir savaşında, Müslüman ordusunun sayısı üç yüz beş kişiydi. Bunların seksen üçü muhacirlerden, altmış biri Evs’ten, geri kalanları ise Hazrec kabilesinden idi.

Bedir savaşı için, Müslümanların üç atları ve yetmiş develeri vardı. Bineklerine sıra ile biniyorlardı. Bu ordu, İslam’ın tek ordusuydu. Eğer bu ordu yenilecek olursa, Allah’ın hükmünü hâkim kılacak bir başka topluluk kalmayacaktı. Peygamberimiz (s.a.v) :” Allah’ım, vaat ettiğin yardımını bugün lütfet. Ya Rab, bu bir avuç mücahit yok olursa, bir muvahhitler bu gün telef olursa, yeryüzünde sana ibadet eden kalmayacak” diye dua ve niyazlarına devam etti. Bu esnada şu mealdeki vahiy gelmişti: “ Bütün bu toplananlar (müşrikler) hezimete uğrayacak ve arkalarına dönüp kaçacaklardır.” (el- Kalem, 68/ 45).

Taraflar birbirlerine karşı saldırıya geçtiler. İkindiye doğru Müslümanlar tarihin kaydettiği en büyük zaferlerden birini gerçekleştirdi. Bedir savaşı sona ermişti. Ebu Cehil başta olmak üzere müşriklerin önde gelenlerinden çok kimse hayatını kaybetti. Müşriklerden yetmiş kişi öldürülmüştü. Müslümanlar ise on dört şehit vermişlerdi. Hz. Muhammed (s.a.v) namazlarını kıldırdıktan sonra Allah yolunda canlarını veren ilk şehitleri toprağa vermiştir.

Muhacir Nedir

Asıl olarak Mekke’den Medine’ye hicret eden sahabelere verilen bir isimdir. Lügatte, hicret eden, yerleşmek için başka bir yere giden, göçen demektir.

Sahabelerden muhacir olanlar, yani Allah için, ellerinde bulunan bütün mal ve mülklerini geride bırakarak, müşriklerin zulmünden kaçıp, Mekke’den Medine’ye göç eden insanlar, Peygamberimizden sonra en şerefli ve onurlu insanlardır. Onlar İslam’ı ilk kabul eden ve bu dava da akıl almaz eziyetlere katlanan insanlardır. Allah’a ve onun Peygamberine inandıkları için kırbaçlanmış, alaya alınmış, kumlarda sürüklenmiş ve bin bir türlü eziyet görmelerine rağmen imanlarından vazgeçmemişlerdir. Hz. Muhammed’in etrafında pervaneler gibi dönmüş, canlarını ve mallarını İslam uğruna feda etmişlerdir. Peygamberimiz bir Hadis-i Şerif’lerinde Cennet’e ilk girecek kişilerin muhacirler olduğunu bildirmiştir. Yüce Allah Hac suresinde, “Onlar ki (O muhacirler ki) Rabbimiz Allah’tır dedikleri için, haksız olarak yerlerinden yurtlarından çıkartılmışlardı.”buyurarak onları övmüştür.

Hicret, uzun yıllar devam etmiş, fakat Mekke’nin fethinden sonra Hz. Muhammed; “Mekke’nin fethinden sonra hicret yoktur. Ancak cihat ve niyet sevabı vardır.” (Buhari) buyurarak bir sahabenin, muhacirlerden sayılması için Mekke’nin fethine kadar, hicret edilmiş olmasını şart koşmuştur. Ashabın fazilet olarak en üstün olanı onlardır. Şüphesiz ki en büyük muhacir ve en üstün olan insan Peygamberimiz Hz. Muhammed’dir ( s. a.v).  Hz. Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali gibi çok büyük sahabeler de muhacirlerdir.

Osmanlı İmparatorluğu dönemi sonlarından itibaren, Balkanlardan mecburi göç yaşayıp Anadolu’ya gelenlere de muhacir denilmektedir.

Trakya bölgesinde günlük konuşma dilinde Macır olarak telaffuz edilen bu kelime, 93 Harbinden itibaren 1930’lara kadar Yunanistan, Bulgaristan, Arnavutluk ve Yugoslavya gibi Balkan ülkeleri ile Türkiye arasında mübadele ile tek yönde göçenler için kullanılır. Bu göçmenler genel olarak Trakya ve Marmara bölgesine yerleştiler.

Balkanlardan gelen göçmenler devletten toprak almışlar, yeni düzen kurmaya çalışmışlardır. Balkanlarda öğrendikleri faaliyetleri, sebze ve meyve yetiştirme gibi anlayışı Türkiye’ye ilk defa getirmişler ve önemli bir kısmı birçok alan da ülkenin öncüleri olmuştur.

Osmanlı-Rus Savaşı ve Kafkasya Savaşı esnasında, Kafkasya’dan göçenler de muhacir olarak adlandırılır.

Ensar Nedir

 

Ensar, Hz. Peygamber’e ve muhacirlere yardımcı olan Medineli Müslümanlardır.

İslam edebiyatında ensar, Hz. peygamber’i ve muhacirleri yurtlarında barındırmak ve korumak için, onlara büyük yardımda bulunan Evs ve Hazrec kabilelerine mensup Medineli Müslümanlar için kullanılmıştır.

Hz. Peygamber, hicretten hemen sonra, yapılan kardeşlik akdi merasiminde her Mekkeliyi bir Medineli ile kardeş ilan etti. Bu şekilde bütün varlıklarını Mekke’de bırakıp gelen muhacirlere maddi ve manevi destek sağlandı. Medineli Müslümanlar muhacirleri öz kardeş gibi kabul ettiler. Her imkânı onlarla paylaşmak istediler. Hurmalıklarına ortak yapmak istediler ama Hz. Muhammed’in razı olmaması üzerine, muhacirler hurmalıklarda çalışarak emeklerine karşılık elde edilen mahsulden pay aldılar. İnsanlık tarihinde benzeri olmayan bu kardeşlik örneği Kuran’ı Kerim’de şu ayetle açıklanmıştır.” İman edip hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihat edenlerle, bunları barındırıp yardım elini uzatanlar, işte onlar birbirlerinin gerçek dostlarıdır.” (Enfal, 8/ 72). Ensar– muhacir dayanışması sonunda, Hz. Peygamber’in Medine’de kurduğu çarşıda hayat canlanmış ve Medineliler, Yahudilerin ekonomik hâkimiyetinden kurtuldular.

Ensar Akabe’de Hz. Peygamber’e verdiği sözü tutarak onu her türlü tehlikelerden korumuş, Medine’de ki Yahudi ve müşriklere karşı, Mekkeli müşrik ve diğer düşmanlara karşı yapılan silahlı mücadelelerde devamlı bir şekilde Hz. Muhammed’in yanında yer almış ve birçok kahramanlık örneği vermişlerdir.

Ensarın fedakârlığını her fırsatta belirten Hz. Muhammed onları ancak müminlerin seveceğini, mükâfatın Allah tarafından sevilmek, nefret edenlerin cezasının da Allah’ın buğzuna uğramak olduğunu belirtmiştir. Feragat ve fedakârlıkları Resulullah tarafından ve bütün Müslümanlar tarafından takdir ile karşılanmış, İslam kardeşliğinin ideal bir uygulaması olarak örnek gösterilmiştir.

Hz. Muhammed, yeni Müslüman olan bazı Mekkelileri İslamiyet’e daha sıkı bağlanmalarını sağlamak için bol miktarda ganimet vermiştir. Bir kısım cahil Medineliler tarafından onun hemşerilerini tutacağını ve kendilerini bırakacağını ileri sürmeleri karşısında, Hz. Muhammed bunun doğru olmadığını söylemiş, başkaları ganimet mallarıyla dönerken onların Allah elçisiyle dönmelerinin daha hayırlı olacağını belirterek gönüllerini almıştır. Bütün insanlar bir vadiye, Ensar başka bir vadiye girse kendisinin onlarla beraber gideceğini ve hicret dini bir emir ve ibadet olmasaydı kendisini onlardan biri sayacağını ifade ederek onları mutlu etmiştir.

Ashab-ı Suffe Kimdir

Ashab-ı suffe, Arapça sahipler, arkadaşlar manalarına gelen “ashab” kelimesi ile eyvan, sed, sofa gibi manalara gelen “suffe” kelimesinden oluşmuş bir tabirdir. Hicretten sonra, Hz. Peygamberin Medine’de ki mescidine bitişik gölgelikte kalan ve ilim tahsili gören sahabelere verilen genel isimdir.

Suffe’de toplanan öğrencilere Kuran-ı Kerim, hadis-i şerifler ve dini bilgiler öğretilirdi. Hocaları başta Hz. Muhammed olmak üzere Abdullah b. Mesud, Muaz b. Cebel gibi ilim sahibi olan sahabelerdi.

Hz. Peygamber, Medine’ye hicretten sonra yapımına başlanan mescit inşası esnasında bir eğitim-öğretim kurumuna olan ihtiyacı dikkate almış ve mescidin bitişiğinde yapılan bir bölümü bunun için tahsis etmiştir.

İslam’ı yaşama imkânına sahip olamadıkları için, çeşitli bölgelerden Medine’ye hicret edenler ve bekâr olup herhangi bir yuva edinemeyenler burada barınmıştır. Düzenli bir eğitim faaliyetine tabi tutulan bu öğrenciler, kendilerine ayrılan mekâna suffe dendiğinden dolayı Ashab-ı Suffe, ya da Ehl-i Suffe denilmektedir.

Hz. Peygamberi görmek ve İslamın temel kurallarashabı suffe kimdirını öğrenmek için gelen, kalacak yeri olmayan misafirlerde Suffe’de kalırdı.

Ashab-ı Suffe, nazil olan ayetleri ve Peygamberimizin hadislerini ezberleme konusunda ön sıralarda yer alırdı. Muhacirler ticaret ile Ensar ziraat ile uğraşırken, Suffeliler Hz. Peygamberin yanından ayrılmıyor, başkalarının duymadıklarını duyuyor, görmediklerini görüyorlardı. Suffe Ehli’nin büyük kısmı kendilerini manevi hayata veriyor, geceleri ibadetle, gündüzleri ise oruç ve ilim tahsili ile geçiriyorlardı. Bu şekilde, bir yandan İslam’ı öğreniyor, bir yandan da bütün incelikleri ile yaşamaya çalışarak Hz. Peygamberin sevgisine ve özel ilgisine mazhar oluyorlardı.

Suffe, İslam’ın ilk sistemli eğitim kurumudur. İlk İslam üniversitesidir. Hayatlarını Peygamber medresesinde ilim ve irfan kazanmış seçkin kişilerdir. Hz. Peygamber ile birliktelikleri fazla olduğu için, diğer Müslümanları birçok hadis-i şerif’ten onlar haberdar etmiş, hadis rivayetinde ön sıralarda yer almışlardır. Suffe ehli, İslam’ın yayılmasında ve öğrenilmesinde önemli hizmetler vermiştir. Suffe, İslam tarihinde örnek ve öncü bir eğitim kurumu olmuştur.

Ashab-ı Suffe hakkında dikkat çeken bir konu da, Suffe halkından bir kısmı, kendilerini tamamen manevi bir hayat verdiklerinden dolayı, Müslümanlar arasında zahidane yaşayışın ve tasavvufi eğitimin öncüleri olmuşlardır.

Hicret Nedir

Hicret, İslam takviminin başlangıç tarihi ve Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye göç etmesidir. Bu göç esnasında o zamana kadar Müslüman olanlar da Peygamberimizin yanında idi.

Hicret, Hz. Muhammed ve diğer Müslümanların baskılar yüzünden 622 yılında Mekke’den Medine’ye göçüne verilen isimdir. Bu göçün sonunda Medine’de bir İslam devleti kurulmuştur. Peygamber efendimiz tebliğ görevini Mekke dışına taşımak istiyordu. Bundan dolayı Taif’e gitti. Taif’liler de Kureyşliler gibi inkârcılıkta direniyorlardı. Peygamber efendimize taş atmışlardı. Peygamberimiz bu cahiller karşısında yılmıyor, özellikle Hac mevsiminde Mekke dışından gelen insanlar ile görüşüp İslam’ı anlatıyordu.

Bir müddet sonra Peygamberimiz Müslümanların Medine’ye hicret etmelerine izin verdi. İlk olarak Cahşoğulları hareket ettiler. Sonrasında Hz. Ömer önce silahını kuşandı, Kâbe’yi tavaf etti. Çevresinde bulunan müşriklere de hicret etmekte olduğunu açıkladı. “Anasını ağlatmak, karısını dul bırakmak isteyen varsa beni izlesin” diyerek büyük bir grup ile birlikte Medine’ye hareket etti. Hz. Ömer’den sonra Hz. Hamza ve diğer Müslümanlar göç ettiler. Hz. Ebu Bekir’de gitmek istiyordu ancak, Peygamberimiz ona “acele etme belki Allah sana bir arkadaş bulur” diyerek beklemesini söyledi. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir iki deve satın alarak beklemeye başladı.

Kureyşliler, Müslümanların Medine’de tutunduklarını görünce telaşa düştüler. Peygamberimize engel olmak için toplandılar. Çeşitli düşünceler ileri sürerek, sonunda Ebu Cehil’in düşüncesine karar verdiler. Ebu Cehil her kabileden bir delikanlının seçilip, bunların hep birlikte Peygamberimizi öldürmesini teklif etmişti. Bu şekilde olursa, Abdi Menaçoğullarının bütün kabileler ile çarpışamayacağını ve kan davasından vazgeçeceklerini düşündüler. Onlar bunun gibi hileler düşünürken, Peygamberimiz Hz. Ebu Bekir’in evine gitti. Allah’ın kendilerine hicret izni verdiğini bildirerek yol hazırlığına başladılar. Mekkelilere ait bazı emanetlerin verilmesi ve müşrikleri yanıltmak için Hz. Ali’ye Peygamberimizin evinde kalması emredildi.

Gece geç saatlerde müşrikler Peygamberimizin evine geldiler. Kuran okuyarak müşriklerin arasından görünmeden geçen Peygamberimiz, Hz. Ebu Bekir ile Sevr Dağına doğru yol alıp Hıra mağarasına gizlendiler. Bu mağarada üç gün kaldılar.

Medineliler yollara dökülüp Peygamberimizi karşıladılar. Peygamberimiz burada bir süre kaldıktan sonra Kuba Mescidini inşa ettirdi.

Mescid-i Aksa Nedir

Müslümanların ilk kıblesidir ve kutsal kabul edilen mekânlardan bir tanesidir.

Kuran’ı Kerim’de şu şekilde geçer. “Kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Haram’dan (Mekke’den), kendisine bir kısım ayetlerimizi göstermek için, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya (Kudüs’e) götüren Allah’ın şanı ne yücedir. Doğrusu O, işitir ve görür.” Peygamberimiz Hz. Muhammed ise şöyle demiştir; “Yolculuk ancak şu üç mescit’ten birine olur; Benim şu mescitlerime (Mescid-i Nebevi), Mescid-i Haram’a ve Mescid-i Aksa’ya.” Bu hadis çerçevesinde Mescid-i Aksa, Mescid-i Nebevi ve Kâbe ile birlikte üç harem bölgesinden biri olarak kabul edildiği için Harem-i Şerif adını alır.

Mescid-i Aksa’yı Yahudiler kutsal kabul eder ve bu bölgeye Süleyman’ın inşa ettiği tapınağa nispetle Tapınak adını verirler. Bu bölgeyi, Tapınak bölgesi olarak gördüklerinden dolayı, aynı bölgede yeniden Süleyman tapınağı inşa etmek için gayret ederler.

Mescidin ilk olarak ne zaman inşa edildiği tam olarak bilinmemektedir. Peygamberimiz Hz. Muhammed’in hadislerinde bu mescidin, Kâbe inşa edildikten 40 yıl sonra inşa edildiği ifade edilir. Ebu zerr el-Gifari, şöyle nakleder: “ Ya Resulallah! Yeryüzünde ilk inşa edilen mescit hangisidir? Diye sordum. Dedi ki; Mescid-i Haram. “sonra hangisidir? Diye sorunca, “Mescid-i Aksa” cevabını verdi. Dedim ki; aralarında ne kadar var? Dedi ki; Kırk sene. Tarihçiler, ilk defa inşa edenin kim olduğu konusunda ihtilafa düşmüşlerdir. Bazıları melekler olduğunu söylerken, bazıları ise, Âdem, oğulları Şit, Nuh ve İbrahim gibi isimleri işaret etmişlerdir.

Osmanlılar, Kudüs’e 1516 yılından 1918 yılına kadar hâkim olmuşlardır. Kudüs’ün var olan önemi, Osmanlı idaresinde daha da artmış ve ilerleyen yıllarda Kudüs, İstanbul’a bağlı bir hale getirilerek Kudüs-i Şerif adını almıştır. Osmanlılar Mescid-i Aksa’nın durumunda büyük değişiklik yapmamış, ama Harem-i Şerif’in tamamında önemli ilaveler yapmışlardır.

1516 yılında Memlukları yenilgiye uğratan Yavuz Sultan Selim, Şam ve Kudüs’ü ele geçirmiştir. Kanuni Sultan Süleyman Kudüs’te gerçekleştirdiği inşa faaliyetleri ile Mescid-i Aksa’ya önemli ilaveler yapılmasına vesile olmuştur. Sultan Süleyman’ın gerçekleştirdiği en etkili inşa faaliyeti, şehir surlarını yenilemesi olmuştur.

Mescid-i Haram Nerededir

Mescid-i Haram, Mekke’de Kâbe’nin de içinde yer aldığı alanı çevreleyen büyük mescittir.

Mescidin ortasında bulunan Kâbe’nin, doğu köşesine işaret taşı olarak farklı renk ve özelliğe sahip olan Hacer-ül esved taşı yerleştirilmiş ve gümüş bir çerçeve ile çevrilmiştir. Bu taş İbrahim Peygamber’den günümüze kadar gelmektedir. Bundan dolayı çok değerli olarak kabul edilir.

Yeryüzünde ilk ibadet yeri olan Kâbe etrafında sonradan yapılmış camidir. Hürmet ve saygı gösterilmesi gereken mescit anlamında bu isim verilmiştir. Yeryüzünde inşa edilen ilk mescit ve Müslümanların kıblesidir. Müslümanların ibadet yeri olan camilerin en kıymetlisi Kâbe’dir. Kâbe’den sonra Mescid-i Haram, sonra Medine’de ki Mescid-i Nebi, sonra Kudüs’te ki Mescid-i Aksa ve sonra da Medine şehri yakınında olan Kuba Mescididir.

Mescid-i Haram’ın duvarları yoktu. Kâbe’nin etrafında bir meydancık ve sonra evler vardı. Halife Ömer, evlerin bir kısmını yıktırmış, Kâbe’nin etrafına bir metre yükseklikte duvar çevirterek mescidin meydana gelmesini sağlamıştır. Muhtelif zamanlarda yenilenme çalışmaları yapılmıştır. Bugünkü şekli, Kâbe’nin tamiri ile beraber Osmanlı Padişahı IV. Murat tarafından 1635 yılında yapılmıştır. Son yıllarda genişletmek bahanesi ile o tarihi eserler yıkılıp, Kâbe’ye saygısızlık yapılmakta ve yüksek binalar ile oteller inşa edilmektedir.

Mescid-i Haram, Suudi Arabistan’ın Mekke şehrindedir. Eski yıllarda Mekke şehri, kuzeyden güneye doğru uzanan karşılıklı iki sıradağ arasında olup, şehrin uzunluğu üç kilometre, genişliği ise bir kilometre idi. Üç ve dört katlı kargir evleri vardı. Şehrin ortasında Mescit vardı ve üzeri açıktı.

İslam’ın ilk yıllarında ibadetlerde kıble yeri Mescid-i Aksa idi. Hicretten sonra on altıncı ayda, kıble olarak Mekke’de ki Mescid-i Haram’a dönülmüştür. Kuran’ı Kerim’de bu değişiklik şu şekilde açıklanır.”Her nereye çıkıp gidersen git, yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Bu elbette, Rabbinden gelen bir gerçektir. Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir.” ( el-Bakara, 2/ 149, kış, 2/ 150)

“Biz Beyt’i (Kâbe’yi) insanlara toplanma mahalli ve güvenli bir yer kıldık. Siz de İbrahim’in makamından bir namaz yeri edinin(orada namaz kılın). İbrahim ve İsmail’e; tavaf edenler, ibadete kapananlar, rükû ve secde edenler için Ev’imi temiz tutun diye emretmiştik.(Bakara süresi, 125. ayet)

Mescid-i Nebevi Nedir

Mescid-i Nebevi veya Peygamber Mescidi, Hicret’ten sonra Medine’de İslam peygamberi Hz. Muhammed ile arkadaşları tarafından inşa edilmiş, Hz. Muhammed’in kabrininde içerisinde bulunduğu mescittir. Nebevi, Arapça’da “peygambere ait” anlamına gelir. Mekke’de bulunan Mescid-i Haram’dan sonra, Müslümanlar için ikinci en kutsal mescittir.

Mescid-i Nebevi ya da Mescid-i Nebi’nin ilk yapımında basit bir yapısı vardı. Hurma kütüklerinden sütunları, hurma dallarından çatısı, taşlardan duvarları vardı. Hemen bitişiğindeki ev kısmı da kerpiçtendi. Minberi ve mihrabı yoktu. Hz. Muhammed Cuma konuşmalarını minber olmadığından dolayı bir ağaç kütüğünün üzerinde yapardı.

Hz. Muhammed 622 yılında Medine’ye vardığında Müslümanlar onu şehir girişinde karşıladılar. Kendisine çok sayıda davet eden olduğundan ve kimseyi üzmemek için, devesi Kasva’yı serbest bırakmalarını ve onun çöktüğü yere en yakın evde konaklayacağını söyledi. Kavsa, Malik b. Neccaroğullarının evlerinin önünde çökünce, buraya en yakın evin sahibi Ebü Eyyüb el- Ensari’ye konuk oldu. Kasva’nın çöktüğü ve Sehl ile Süheyl adında iki yetim çocuğa ait olan bu boş arazi Hz. Ebu Bekir tarafından satın alındı ve herkesin namaz ibadetini yerine getirebileceği bir mescit inşa edildi. Mescit’in 622 yılında temeli atılmış ve 623 yılında bitirilmiştir.

Mescid-i Nebevi ilk yapıldığında batıda Babürrahme, doğuda Babücibril ve güneyde Babülcenubi olarak üç kapısı vardı. Kıble Kudüs’ten Kâbe’ye çevrilmesinden sonra, güney kapısı kapanarak kuzeye başka bir kapı açılmıştır. Hicretten sonra, Medine’de ki Müslümanların sayısı giderek artmaya başladı ve mescit namaz kılan Müslümanlara yetmemeye başladı. Bundan dolayı Hz. Muhammed mescidi genişletmeye karar verdi. Hayber’in alınmasından sonra mescit yaklaşık olarak iki misli genişletildi.

Hz. Muhammed, Mescid-i Nebevi’de cemaate hitap ederken dayanmak için hurma ağacından büyük bir kütüğü kullanıyordu. Sonraları, cemaatin Hz. Muhammed’in yüzünü görmemesi ve sadece sesini işitmesi üzerine, ılgın ağacından 50 X 125 cm ebadında ve bir metre yükseklikte, arakasında üç sütunu bulunan üç basamaklı ilk minber yapılmıştır. İlk halifeler Hz. Muhammed’e hürmetten dolayı üçüncü basamağı kullanmamışlar ve bu basamağı kapatmışlardır. Halife Osman döneminde minber üzerine bir kubbe yapılarak kumaş ile örtülmüş ve merdivenler abanoz ağacı ile kaplanmıştır.

Mescid-i Nebi Nedir

Mescid-i Nebevi ya da Peygamber Mescidi; Hicret’ten sonra Medine’de İslam peygamberi Hz. Muhammed ve arkadaşları tarafından inşa edilen Hz. Muhammed’in kabrinin de içerisinde bulunduğu mescit.

Mescid-i Nebi, Hz. Muhammed’in mescidi anlamına gelir. Medine şehrinde, hicretten sonra Hz. Muhammed ve sahabelerin birlikte yaptıkları ilk mescittir. ”Mescid-i Nebevi”,”Mescid-i Resul”,”Mescid-i Seadet” ve “Mescid-i Şerif” adları ile de bilinir.

Hz. Muhammed Medine’ye hicret ettiği zaman Ebu Eyyub el-Ensari’nin evinde misafir olmuş ve oraya komşu olan Sehl ve Süheyl adlarındaki yetimlere ait olan arsayı satın alarak burada bir mescit yapılmasını istemiş ve temeline ilk taşı kendi elleri ile koymuştur.

Medine’de yapılan bu ilk mescidin duvarları kerpiçten, sütunları ise hurma ağaçlarındandı. Tavanı ise hurma yaprakları ile örtülmüştü.

Mescid-i Nebi, Hz. Ömer döneminde 638 yılında kargir olarak yapılıp, biraz daha genişletilmiş ve 649 yılında Hz. Osman tarafından mermer sütunlar ile çok güzel bir şekilde tesis olunmuştu. Emevi halifesi Velid b. Abdülmelik zamanında ve Ömer b. Abdülaziz’in Medine valisi olduğu dönemde Mısır’dan getirilen mimar ve sanatkârlar tarafından Salih b. Keysan’ın nezaretinde yeniden inşa edilmiştir. Abbasi halifesi Mehdi ve Me’mun zamanında biraz daha genişletilmiştir. Eyyubi ve Memlük hükümdarları da Mescid-i Nebi’ye büyük ilgi gösterdi. 1517’den sonra Osmanlı hükümdarları da Harem-i Şerif’in imarına çok önem vermişler Sultan Abdülmecit, Mescid-i Nebi’yi ve Ravza-i Mutahhara’yı yenilemiştir.

Mescid-i Nebi ilk yapıldığında batıda Babürrahme, doğuda Babücibril ve güneyde Babülcenubi olarak üç kapısı vardı. Kıble Kudüs’ten Kâbe’ye çevrildikten sonra, güney kapısı kapatılarak kuzeye başka bir kapı açılmıştır. Günümüzde ise, Mescid-i Nebi’nin 41 ana giriş ve çıkış noktası vardır.

Hicret’ten sonra Medine’deki Müslümanların sayısı her geçen gün artmaya başladı ve mescit namaz kılanlara dar gelmeye başladı. Bunun üzerine Hz. Muhammed mescidi genişletme kararı aldı. Mescid-i Nebi’nin başlangıçta kapılarından hiç biri kadınlara tahsis edilmemişti. Ancak camiye giden kadınların sayısı artınca, kapılardan biri kadınlara ayrıldı ve bu kapıdan erkeklerin girmesi yasaklandı. Hayber’in alınmasından sonra mescit yaklaşık olarak 20 metre en, 15 metre boy eklenmesi ile birlikte iki misli genişletildi. Bu şekilde mescit 50X50 m’lik bir kare şeklini almıştır.